Ne düşünüyorum biliyor musun? Bazen bir hastane odasında, bazen bir yetiştirme yurdu kapısında, köşe başında mendil uzatan bir çocuğun gözlerinde ya da merhametinin elverdiği ölçüde dalıp gittiğin bir Afrika karesinde sorguluyorsun hayatı... Sağlığın yerindeyken tatlı canını sıktığın, sıfatını astığın aslında miniminnacık olan sıkıntıların mı üzülmeye değer diyorsun yoksa söz konusu bir can'ın hayata tutunması olan ve yakınını beklerken endişeyle yaş akıtan gözler mi asıl üzülmenin hakkını veren? Gözümüzün, gönlümüzün doyumsuzluğuyla yaşadığımız entrika dolu, sahte, riyakar hayatlar mı gerçek, protein eksikliğinden dolayı şişmiş karınlarıyla hala yaşama tutunma çabasında olan bir çocuğun ışıldayan gözbebekleri mi sahi? Acaba madden yoksulun nefes alma mücadelesinde mi sınav, refah içinde olanın paylaşabilme yetisinde mi? Narsizm kelimesinin vuku bulmuş haliyle orda burda kibir kusanda mi, yoksa tevazuyla herkesin onurunun eşit olduğunu anlayan da mı karakter? Her türlü zemini hazırlayan, uygulayan, izleyen, isteyen kalplerde, beyinlerde, kalemlerde mi aramalı sadece 'savaş'ı yoksa sözde plaza hayatı yaşayan, saygılı, entellektüel görünümlülerin hayatındaki insan başta olmak üzere, iş arkadaşları, alışveriş yaparken yüzüne bakmadığı reyon görevlisi, bir şekilde etkileşimde bulunduğu tüm çevresine kadar uyguladığı psikolojik şiddette savaş'ın içine dahil mi? Ranzasında yastığa başını koyar koymaz 'bu gece lütfen rüyama gel de okşayıver saçımı' diye uykusuna dalanda mı özlemenin kokusu, yoksa 'annem/babam/kızım/oğlum/kardeşim/sevgilim' diye rehberinde kayıtlı olan ailesinin aramasını o çok mühim gördüğü işlerinden dolayı meşgule atanda mı? Üzgünüm...

Yorumlar